Yolculuk – Journey

 

Merhaba, nasılsınız? Bugün sizlere çok eskiden çıkmış olan Journey’den bahsetmek istiyorum. Bu oyundan yeni bahsedebiliyorum çünkü ne yazık ki henüz oynama fırsatım oldu. Hani bazı oyunlar vardır, ilk gördüğünüz andan itibaren “ben bu oyunu oynamalıyım” dersiniz. Hani bazı oyunlar vardır, sırf o oyunu oynamak için yeni bir oyun konsolu veya  bilgisayar alabilirsiniz. Journey bu iki grupta da yer alıyor. Ancak ne yazık ki Playstation alamadım, bundan dolayı bu harika macerayı çok uzun bir süre deneyimleyemedim. Daha sonra Journey’nin Epic Store’a çıktığını duydum ve çok mutlu oldum. Bu sefer de hayat araya girdi ve uzun lafın kısası çıkışının üstünden 7 yıl geçtikten sonra Journey’i sonunda oynayabildim.

Bu inceleme pek uzun bir inceleme olamayacak ne yazık ki zira Journey kısa ama öz oyunlar kategorisine giriyor. Tam bir incelemeden ziyade daha çok oyunun bana neler hisettirdiğine odaklanmak istiyorum. Neyse, lafı biraz uzattım sanırım o zaman buyrun incelemeye!

Neden Journey bu kadar özel?

İlk başta Journey’in fragmanını gördüğüm zaman henüz lisedeydim. O zamanlar da şu an olduğu gibi sık sık oyun oynardım. Ancak hikaye odaklı oyunlardansa odağımı o zamanlar çok daha hızlı tüketilen oyunlara çevirmiştim. Sonra fragmanı gördüm. O müzik, (ki bu yazıyı yazarken de büyük bir keyifle dinliyorum) o görsellik, çölün yalnızlığı ve turunculuğundaki dinginlik. Oynamalıyım dedim, bu oyunu kesin oynamalıyım. Ama oyunun o sıralar sadece Playstation’a özel olması bu durumu imkansız kaldı. Böyle böyle arada sırada fragmanını izleye izleye, müziklerini dinleye dinleye yıllar geçti. Hiç oynanış videosunu izlemedim, çünkü biliyordum ki bir gün bu oyunu oynayacaktım.

 

Journey, özünde çok sevdiğim başka bir oyun olan ABZU‘ya çok benziyor. Hatta bir noktada çıkış noktaları, oynanışı, sundukları his aynı diyebilir. Yani bir bakıma kuzenler bana göre. Bunu rahatlıkla diyebiliyorum çünkü ABZU’da ne hissettiysem Journey’de de onu hissettim (kabul ediyorum, Journey’i daha çok sevdim. Üzgünüm ABZU).  Oynanış mekaniklerine henüz geçmeden hissiyattan bahsetmek isterim. Journey, görsel ve işitsel şölen anlamında bana göre çıta belirleyen bir oyun. Biliyorum, farkındayım iddialı bir cümle. Ancak çıktığı yılı ve oynanıştan renk paletini ustaca kullanmaya kadar böylesine harika bir iş çıkardığını da hesaba katarsak dediğimin rahatlıkla arkasındayım.

 

Oynanış ve mekanikler:

Journey tür olarak bol bol dolaştığımız (hatta sadece dolaştığımız) bir macera oyunudur dersem yanlış olmaz sanırım. Oyunda yüzü olmayan, kumaş giysiler içindeki karakterimizin yolculuğuna tanık oluyoruz. Öncelikle şundan bahsetmek istiyorum, oyun arayüz olarak çok sade. Hatta o kadar sade ki oyunumuzda bir arayüz bulunmuyor. Bundan bahsediyorum çünkü bu arayüzsüzlük(acaba böyle bir kelime var mı) oyunun görselliğinde kaybolmanıza olanak tanıyor. Kaybolmak derken burada negatif bir şeyden bahsetmiyorum bu arada. Bunun dışında oyunun kontrolleri de fazlasıyla sade. Oyunda hareket etmek hariç zıplamak ve “şarkı söylemek” dışında bir kontrol bulunmuyor. Aynı zamanda çok sevdiğim oyunlardan biri olan GRIS‘te de olduğu gibi oyunda ölmek diye bir şey yok. Hatta genel olarak oyunda tek bir amacınız var, bunun dışında oyun sizi bir şeylere zorlamıyor. Ancak ölmek yok dediysem de bu karşımızda bir düşman olmadığı anlamına gelmiyor, ha bu düşman sizi öldüremiyor ama ilerleyişinizi bir nebze yavaşlatıyor orası ayrı.

 

Oyunda karakterimizin bir “enerji barı” bulunuyor ve bu enerjinin gösteriliş biçimi çok hoşuma gitti. Boynunuzdaki atkının üzerinde beyaz motifler bulunuyor ve siz her zıplayıp süzüldüğünüzde oradaki motifler yavaşça yanmaya başlıyor. O motifleri geri doldurarak enerji kazanmak için ise dünyadaki diğer kumaştan nesnelerin yanına giderek veya onların yanında şarkı söyleyerek o enerji barını doldurabilirsiniz.Ayrıca dolaşırken dünyanın çeşitli yerlerinde beyaz kürelere denk geliyoruz. Eğer bu küreleri alırsanız boynunuzdaki atkı biraz daha uzuyor böylelikle enerji barınız genişliyor.

 

Kahraman(lar)ın yolculuğu:

Burada kahraman biraz iddialı gibi oldu sanki. Ancak burada başka bir şeyden bahsetmek istiyorum. Sinemada, edebiyatta, masal ve hikayelerde kullanılan ve hikaye gelişimini gösteren bir kalıp vardır. Bu kalıba “Monomit” veya “Kahramanın yolculuğu” denir. Journey, bütün hatlarıyla bu tanıma uymasa da kahramanın yolculuğunu görmek mümkün. Çünkü karakterimiz ilk başta çölün ortasında oturduğu yerden kalkıyor. Gözünüzün gördüğü her yer kum, bir yer hariç. O da tam karşınızdaki dağ. O an anlıyorsunuz hedefinizin neresi olduğunu ve maceraya olan çağrınızı alıp yolculuğa başlıyorsunuz. Daha sonra önce süzülmeyi daha sonra da şarkı söylemeyi öğreniyorsunuz ve böylelikle ilk eşiği de aşmış oluyorsunuz. Bu sırada siz ilerledikçe dünyaya dokunuyorsunuz ve dünya değişmeye başlıyor. Kumaş nesneler artıyor, uzun zamandır ayak basılmamış yerler canlanmaya başlıyor. Daha sonra ilerledikçe sizi “engellemek” isteyen düşmanı görüyorsunuz. Sizi her tespit ettiğinde size çarpan ve atkınızı (yani enerjinizi) kısaltan bir canavar. Ancak onu da aşıp ilerliyorsunuz. Karlı dağları, sert rüzgarları aşıyorsunuz. Bunları yaparken karakterinizin zorlandığını görebiliyorsunuz. Oyun akışının en yavaşladığı yer buralar oluyor.

Ancak yılmıyor ve devam ediyorsunuz, çünkü bir hedefiniz var ve kahraman hedefine varmalı. Son olarak da yolculuğunuz doruk noktasına ulaşıyor ve son bir gayret ve çaba ile olmak istediğiniz yere varıyorsunuz. Tabii ki bütün bu “kahramanın yolculuğunu” tam olarak anlatamadım, çünkü öbür türlü bütün hikayeden bahsetmem gerekir. Ancak vurgulamak istediğim noktayı anladığınızı düşünüyorum. Peki neden kahramanın yolculuğu değil de kahramanların yolculuğu? Çünkü çok ilginç bir şekilde oyunu oynarken arada sırada sizin gibi yolculuğa çıkmış başka birine rastlayabiliyorsunuz. Rastlıyorsunuz derken oyundaki NPC’lerden bahsetmiyorum. Bir anda ekranın bir yerinden gerçek bir oyuncu yolculuğunuza dahil oluyor ve böylelikle iki tarafın da yolculuğu kesişiyor. Peki ne işe yarıyor bu ikinci kişi? Öylesine süs olsun diye oyun karşınıza çıkartmıyor. Journey’de siz şarkı söyledikçe (daha doğrusu şarkı söyleme tuşuna basılı tuttukça) daha yüksek sesle şarkı söylüyorsunuz ve belli bir alanda etkili oluyor bu.

 

Eğer diğer oyuncuyu da kapsayacak şekilde şarkı söylerseniz o oyuncunun atkısındaki motifleri doldurabilirsiniz. Aynı şey sizin için de geçerli tabii ki. Peki negatif bir etkisi var mı oynanışa diye soracak olursanız açıkçası bu küçük dokunuş benim hoşuma gitti. Eğer tek başınıza oynamak istiyorsanız tabii ki canınızı sıkabilir bu durum ancak kader ortağınız olmak dışında negatif bir yanı olduğunu sanmam. Hatta ilk gördüğüm zaman bir yapay zeka mı yoksa gerçek bir oyuncu mu olduğunu anlayamadım. Çünkü bir anda çıkıyor ve bir insan gibi “mantıksız” hareketler yapıyor, ben şarkı söyledikçe bana karşılık veriyor vs vs.

 

Toparlayacak olursam:

Journey size 2 saatlik kısa bir zaman diliminde harika görseller ve müzik vaat ediyor. Eğer sırf içiniz bunaldıkça dünyasında kaybolmak istiyorsanız, kısa ancak etkileyici bir hikaye deneyimlemek istiyorsanız kesinlikle oynamanızı tavsiye ederim. Sadece Epic Store’da olması beni birazcık üzse de, sanırım şimdilik tek şansımız orası. Üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen şu anki çoğu oyundan kat be kat daha iyi bir oyun olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim.

Ayrıca harika müzikler olur da ben Spotify listesini atmam mı? Buyursunlar.

 

 

Künye:

Çıkış tarihi: 13 Mart 2012

Geliştirici: thatgamecompany

Yayımcı: Annapurna Interactive

Türü: Macera

Platformlar: PC, PS4, PS3

Journey

19.00
8.3

Hikaye

7.5/10

Grafik

8.5/10

Müzik

8.5/10

Oynanış

8.5/10

Artıları

  • Görsellik
  • Müzikler
  • Özgürlük hissi

Eksileri

  • Ne yazık ki kısa

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

%d blogcu bunu beğendi: