Doyasıya Cyberpunk! – Ruiner
Selamlar herkese! Nasılsınız, iyi misiniz? Yaz tatili geldi çattı. Doğal olarak yaz okulu olmayan veya çalışmayanlar için bu bolca oyun oynayacak vakit demek. Durum böyle olunca sizlere güzel bir cyberpunk oyundan bahsetmek istiyorum. Ruiner, cyberpunk ve aksiyon ögelerinin çok güzel bir şekilde harmanlandığı, adrenalin dozajının fazlasıyla yüksek olduğu bir oyun. E3’te fragmanı çıkan Cyberpunk 2077 rüzgarı bu kadar kuvvetli eserken ben de sizlere o çıkana kadar vakit geçirebileceğiniz bir oyun avlamak istedim. Neyse, az laf çok inceleme. Haydi başlayalım!
Biz kimiz?
Kim olduğumuzun bir önemi yok. Biz, birileri tarafından hacklenmiş bir “canlı“yız. Oyuna bu şekilde başlıyoruz, bir anda kendimizi adamın tekinden “şunları şunları” öldür emirleri alarak. İlk başta Ruiner’ın hikayesi size çok bir şey anlatmıyor, bir anda kısa bir öğretici bölümden sonra kendimizi saf aksiyonun içerisinde buluyoruz ve olaylar başlıyor. Genel olarak baktığımızda siyah ve kırmızı tonlarının fazlasıyla ağırlıkta olduğu, sanayileşmenin iyice suyunun çıktığı bir evrende kafasında siyah led kaskı, elinde bir adet levyesi ile yargı dağıtıyor ana karakterimiz. Kendisinin bir adı yok, ancak hikayenin ilerleyen kısımlarında bizi ilk hackleyen insanın elinden bizi tekrar hackleyerek kurtaran hanım ablamız bize “Puppy” yani köpüş diyor.
Hanım ablamızın bizi hackleme yöntemi ise biraz… İlginç. Velhasıl, hacklendikten sonra ağır yaralı bir biçimde kendimizi Rengkok South’a atıyoruz ve hanım ablamızın “güzellikle” ikna ettiği bir tamirci sayesinde hayata tutunuyoruz. Sonra bu hanım abla bize kardeşimizin kaçırıldığını ve onu bir an önce kurtarmamız gerektiğini söylüyor. Kardeşimizi kurtarma yolculuğuna çıkarken de bulunduğumuz evrenin ne kadar yozlaşmış, endüstriyelleşmeden dolayı iğrenç bir halde olduğunu görüyoruz. Ruiner’da karakterimizin pek konuşmadığı ve karşımıza çıkan seçeneklerin pek bir etkisinin bulunmadığı evrende tozu dumana kata kata, baş üstünde baş bırakmaya bırakmaya yolculuğumuza başlıyoruz.
Canilik her yerde
Oyunun ağırlıklı olarak siyah ve kırmızı tonlarında gittiğinden bahsetmiştim. Bu tonlar Ruiner’ın yansıtmak istediği evreni fazlasıyla güzel karşılıyor, cyberpunk temasının da getirdiği fütüristik ve genel olarak o karanlık, pis, virane yerlerde dolaştıkça etrafın fazlasıyla iyi bir şekilde modellendiğini fark ettim. Oyun bize açık dünya bir deneyim sunmuyor, aksine gidilebilecek tek bir yol var ve oyun sizi o yoldan dışarı çıkartmıyor. Bu açıdan özgürlük hissinin olmaması Ruiner adına üzücü olmuş, açık dünya olmasa da en azından haritada biraz daha serbest dolaşabilmek bence çok daha güzel ve havadar bir oynanış sağlardı. Havadar dedim çünkü oyunun atmosferi bazen fazlasıyla boğucu olabiliyor.
Oyunun oynanış kısmına değinecek olursam, oyun size pek iyi bir hikaye sunmuyor. Eğer bir hikaye varsa da en azından ben göremedim çünkü oyunda tek yaptığımız şey karşımıza çıkan her canlı veya cansız yaratığı öldürmek ve dümdüz ilerlemek. Kabul ediyorum, oyunun aksiyon dozajı gerçekten çok yüksek. Hatta bu o kadar yüksek bir seviye ki gerçekten yorucu olabiliyor. Özellikle oyunun yansıtmak istediği hava ve oyunun fazlasıyla hızlı olması sanıyorum ki epilepsi krizini dahi tetikleyecek türden. O yüzden eğer epilepsi hastası iseniz veya bu kadar hız size iyi gelmiyorsa KESİNLİKLE Ruiner’dan uzak durun.
Sevaplarıyla günahlarıyla
Şimdi gelelim oyunumuzun sevaplarına ve günahlarına. Ruiner bu açıdan biraz dengesiz bir oyun oldu benim için, çünkü bayılarak oynadığım bir çok şey oldu ancak oynarken “bu ne be” dediğim de bir çok şey oldu. Sevaplarından başlayacak olursak, oyun gerçekten sizi bir aksiyon filminin içine sokuyor. Düşmanlar ilk geldiğinde yavaşlayan zaman, arka planda çalan müziğin cyberpunk temasına fazlasıyla güzel bir biçimde uyması, bir sürü farklı oynanış tarzına sahip olmanızı sağlayan yetenek ağacı bunların başında geliyor. Yetenek ağacının bir güzel yanı da, yetenek puanlarınızı istediğiniz zaman yeniden dağıtabiliyorsunuz, böylelikle sürekli olarak oyun stilinizi güncelleyebilir ve sizi zorlayacak boss fightlarda daha farklı yaklaşımlar deneyebilirsiniz.
Boss fightlardan da bahsedecek olursam oyuncuya gerçekten meydan okuyan, zorlayıcı ve adrenalin dolular. Bu yönden benim fazlasıyla takdirimi kazandı. Garip bir şekilde oyunun bana göre bir diğer iyi yanı da nasıl olduysa bana “tekrara düşmüşüm” hissini yaşatmadı. Mantıken yaptığımız iki şey var; ilerlemek ve ilerlerken her önümüze çıkanı öldürmek. Ancak silah çeşitliliğinden tutun farklı yeteneklere, boss fight ve karşımıza çıkan elit düşmanların farklılığı oyunun oynanışını bu açıdan benim için sürekli taze tutmayı başardı.
Evet… Günahları kısmına geldik. Yazının önceki bölümlerinde de bahsettim, oyunun hızlı, aksiyon ve adrenalin dolu olması iyi bir şey ancak tempoyu sürekli yukarıda tuttuğu için epilepsi krizini tetikleme imkanı var. Göz kaslarınızı da zaten yoruyor, yani 1-2 saat pür dikkat Ruiner oynamak sanırım 6-7 saat bilgisayar ekranına bakmanın verdiği göz yorgunluğu ile birebir. Bunun dışında oyun, bölüm tasarımı açısından çok tek düze. Durum böyle olunca insanda bir daralma hissi oluyor. Oyunun genel tonlarının siyah ve kırmızı gibi ağır renklerden oluştuğunu da düşünürsek Ruiner bu açıdan oyuncuya nefes alacak bir alan yaratmamış oluyor.
Oyunun tasarımsal açıdan bkötü olduğu bir yön de düşmanların renk seçimleri, genel olarak harita siyah, karşımızdaki adam da bazen ya siyah giyinmiş oluyor ya da çok koyu bir renkte oluyor. Zaten etrafımızda cümbüş eksik olmuyor, sürekli ya bir lazer ışınından ya da bir mermiden kaçıyoruz bu sırada başka bir düşman dibimizde mi, bize vuruyor mu görmek güç. Vuruş hissiyatından ziyade belki biraz garip bir tabir olacak ama “hasar alma hissiyatı” ise çok kötü. Canınıza bakmıyorsanız eğer canınızın azaldığını anlamanız çok güç. Ne karakterimiz bir ses çıkartıyor ne de başka bir şey oluyor. O yüzden oynarken sık sık “aa niye öldüm” sorusunu sorabilirsiniz.
Uzun lafın kısası
Ruiner, “benim için hikaye önemli değil, bana aksiyon ver.” diyen insanların bayılacağı türden bir oyun. Cyberpunk havasını başarılı bir şekilde yansıtması, karakter tiplemelerinin fazlasıyla garip olsa da başarılı oluşu, yeteneklerin özelleştirilebilir olması ve böylelikle birden fazla oynanış tarzına sahip olmak bu oyunu göz alıcı yapıyor. Evet, oynarken yoruluyorsunuz ancak bu yorgunluğa değiyor. Oyunun beni en üzen yanlarından birisi ise, oyunun sonunda sürpriz son yapacağım diye fazlasıyla havada kalmış ve bana göre rezalet bir son ile bitiyor. Ancak ne demişler:
Önemli olan vardığın yer değil, gittiğin yoldur.
Künye:
Geliştirici: Reikon Games
Yayımcı: Devolver Digital
Çıkış tarihi: 26 Eylül 2017
Tür: Aksiyon
Platformlar: PlayStation 4, Xbox One, Microsoft Windows, Linux